ceren
07:04:59 April 12, 2025
Varanasi bu dünyada görüp görebileceğiniz en ilginç şehir. Çünkü dünya üzerinde insanların yaşamak yerine ölmeye gittiği tek şehir. Öyle ki, 20 senedir bu şehirde ölümünü bekleyen insanların hikayeleri ile dolu bir şehir burası. Öleceği beklenen nice insan, ruhu huzura kavuşsun diye Varanasi’ye getirilmiş, ancak hala hayatta ve burada öleceği günü beklerken bu şehrin sakini haline gelmiş. Dünya üzerinde ölümün yaşamın bu kadar bir parçası olduğuna tanıklık edebileceğiniz ve ölümün günlük yaşamın içine bu kadar entegre olduğu başka hiçbir yer bilmiyorum. Bilen varsa yorumlara yazsın.
Dışarıdan ona baktığınız zaman pis, kaotik ve kalabalık bir şehir göreceksiniz. Ama görmek isteyen gözler için Varanasi tam anlamıyla bir spiritüel yolculuk şehri. Kendimle başbaşa kalma fırsatı bulduğum bu şehirde hem ölüme bakış açımı değiştirdim hem de kendimle ilgili geride bırakmak istediğim ne varsa geride bırakacak cüreti bulduğumu hissettim. Bu duyguları nasıl tarif edebilirim bilmiyorum. Bir insanın bedeni sağ iken de ölebileceğini, ölümün sadece bir bütün halinde ruhun bedeni terk edişi olmadığını Varanasi’de deneyimledim.
Eğer Hindistan’a ve de özellikle Varanasi’ye pislik gözüyle bakıyor, “ne işimiz var orada, dünya üzerinde gidecek başka yer mi kalmadı” gibi söylemler ile yargılıyorsanız, gerçekten o zaman bu şehir size göre değil demektir. Çünkü bu özel yolculuğu anlayabilmek için başka bir kafada olmak şart. İç yolculuğa çıkmaya niyet etmek şart. Varanasi başka türlü hakkıyla gezilebilecek bir şehir değil çünkü.
Varuna ve Assi nehirlerinin arasında kurulu bir şehir Varanasi. Zaten etimolojiye baktığınız zaman bu iki nehrin isimlerinden geliyor Varanasi ismi. Banaras olarak da sıkça anılıyor. Hinduların kutsal metni ve dünyanın en uzun destanı kabul edilen Mahabharata’ya göre Varanasi, “Işıklar Şehri” anlamına geliyor.
Hindu mitolojisine göre Varanasi, Hindu tanrılarından Shiva tarafından kuruldu. Hinduizm 3 büyük tanrıdan bahseder. Shiva da Brahma ve Vishnu ile birlikte bunlardan bir tanesi. İnanışa göre Shiva ve Brahma arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucu Shiva, Brahma’nın 5 kafasından bir tanesini koparır. Zaferinin ve cesaretinin göstergesi olarak da bu başın ağzına bir dizgin yerleştirerek onu iyice onursuzlaştırır, her yere giderken de yanında taşır.
Shiva, elinde Brahma’nın başı ile bu bölgeye geldiğinde, Brahma’nın başını elinden düşürür ve baş elinden kayıp toprağa düştüğü an gözden kaybolur. O günden sonra Varanasi, kutsal şehir olarak kabul edilir.
Burası ruhani açıdan o kadar seçkin bir şehir ki, Buda’nın bile aydınlanmaya burada erdiği söyleniyor. Daha doğrusu Varanasi yakınlarındaki Bodh Gaya’da. Buda’nın burada aydınlığa erişmesi ve ilk vaazını vermesi ile Budizm inancının da ortaya çıkması sonucu, Varanasi dünya nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu için kutsal bir yer haline gelmiş.
Ayrıca dünya üzerinde hala yerleşim olan en eski şehirlerden bir tanesi de burası. Yukarıda da bahsettiğim gibi tarihi anlatılardan çok efsanelerden öğreniyoruz buranın ne kadar eski bir yerleşim yeri olduğunu. Ganj Nehri’nin kıyısında kurulan küçük köy yerleşimleri zamanla büyüyerek hem dini hem de ticari bir merkez haline gelmiş. Ayrıca sadece yerleşim değil, dini eğitim merkezi olan Aşramlar da kurulmuş burada. Ve Brahmanlar Vedik metinler aracılığı ile bilgilerini nesilden nesile aktarmaya başlamışlar Varanasi’de. Nereden baksanız MÖ 1200 yılına kadar uzanan bir tarihten bahsediyoruz.
Aslında diğer şehirler gibi yer yer ayırmak istediğim bir yer değil Varanasi. Çünkü zaten hepsi bir bütün halinde. Şehre uzaktan baktığınız zaman zaten bir ahenk içerisinde olduğunu görmeniz işten bile değil. İçine girdiğiniz zaman karşılaştığınız kaos, dışarıdan gördüğünüz dengenin içindeki atom altı parçacıklar gibi. O kaoslar bir araya geldiği zaman, muazzam bir bütünlük, olağanüstü bir ahenk çıkıyor ortaya.
Esasen yapmanız gereken tek şey var Varanasi’de…Ganj nehri boyunca saatlerce yürümek. Tekne turlarına çıkmak ve mümkünse Ganj’ın karşı kıyısına geçmek.
Nehrin kıyısı, ghat adı verilen bu basamaklı alanlar ile dolu. Bu yapılar kutsal bir suya ulaşmak ve kenarında çeşitli şeyler yapmak maksadıyla inşa edilirler. Bazılarında insanlar yıkanır, bazılarında ölüler yakılır bazılarında ise Aarti törenleri yapılır. Özellikle kremasyon yapılan kısımlar, bizim gibi turistler için çok tüyler ürpertici anlara tanıklık etse de Varanasi’de bu günlük yaşamın en sarsılmaz parçası.
Günün 24 saati kremasyon törenleri yapılıyor. Önce cenazeler nehir kıyısına geliyor. Burada yıkanıyor. Ardından kremasyon alanına getiriliyor ve odunlar ile hazırlanıyor. Üzerlerine hoş koku veren aromatik yağlar dökülüyor. Odunlar hazırlanıyor. Ve cenaze sahibinin oğlu varsa en büyük oğlu, yoksa erkek kardeşleri ya da damadı tarafından tapınaktan alınan ateş ile cenaze tutuşturuluyor. Bu işlemi yapacak olan kişi, tapınağın önünde saçlarını kazıtıyor ilk olarak. sadece ensede ufak bir parçası bırakılıyor. Cenaze sahibinin kim olduğu, saçlarının kazınmış olması ile anlaşılıyor.
Bir bedenin tamamen yanıp küle dönmesi 7-8 saat sürüyor. Bu yüzden hiç durmadan cenaze yakma işi sürüyor. Saat kaç olursa olsun Varanasi’de cenaze taşınır ve yakılır. Tamamen yandıktan sonra cenazeden arta kalan küllerden bir kısmı cenaze sahibinin ailesi tarafından toplanıyor. Geri kalanı ise Sadular tarafından. Sonra da bu küller Holi festivali zamanı Ganj nehrine atılıyor.
Günde 2 kez Aarti töreni düzenleniyor Varanasi’de. İlki gün doğumunda, ikincisi ise gün. batımında. Işıkla yapılan ibadet anlamına gelen bir kelime Aarti. Ateş vazgeçilmezdir. Genellikle devasa kandiller kullanılır. Işığın karanlığa karşı kazandığı zafer ve arınmayı sembolize eder.
Tören boyunca birbirinden farklı ritüeller gerçekleştirilir ve hepsi mantralar eşliğinde yapılır. Her bir mantra, farklı bir tanrıya adanır.
Bir rahip, her bir ritüeli, önce Ganj Nehriine doğru gerçekleştirir. Ardından saat yönüne doğru dönerek her bir yönde teker teker aynı ritüeli gerçekleştirirler. Başa geri döndüklerinde ise, yeni bir ritüele geçilir.
Tüm ritüeller bittikten sonra, ateş halka sunulur. Halk gelir ve bu ateşe ellerini tutar, ardından ellerinden aldıkları ısıyı yüzlerine veya vücudunda şifalandırmak istedikleri yerlere değirirler.
Uzun süren bir tören olmasına rağmen, bence izlemesi oldukça keyifli. Daha da keyifli hale getirmek isterseniz, ritüeli Ganj nehrinde bir teknenin üzerinden izlemenizi tavsiye ederim. Fakat halkın arasına karışıp herhangi bir ghat üzerine ayakkabılarınızı çıkarıp bağdaş kurarak oturup izlemenin de bambaşka bir keyfi olduğunu söylemeliyim.
Manikarnika, Varanasi’de ölü yakma ritüeli izlenebilecek en popüler ve en iyi ghat. Zaten ana kremasyon alanı da burası. Burada uzun uzun ölü yakma törenlerini izleyip hayatın anlamını sorgulayabilirsiniz. Yüreğiniz ne kadar kaldırıyorsa, o kadar uzun kalmanızı öneriyorum burada.
İkinci en iyi yer ise bence Assi Ghat. Sabah ritüelleri, Ganj Nehri’ne karşı yoga ve meditasyon, yerel sanatçıların ellerinden çıkma eserler ya da Varanasi’li genç müzisyenlerin yerel ezgileri. Burası Varanasi’nin 24 saat yaşayan dinamik ve genç kısmı. Ölülerin değil, yaşayanların alanı burası. Gecenin 2’sinde tek başıma bu ghatta oturup Ganj Nehri’ni izlerken ve genç bir müzisyenin flütünden çıkan o mistik sesleri dinlerken aldığım haz, dünyanın başka hiçbir yerinde bulamadığım bir şeydi.
Hinduların kutsal kabul ettiği bu nehir, aslında bütün Varanasi demek. Çünkü Varanasi’de görmeniz gereken herşey zaten bu nehrin kıyısında. Dünyanın ruhani olarak en yüksek enerjisine sahip olan bu nehrin, benim dinlemekten çok keyif aldığım mitolojik bir hikayesi var.
Zamanında dünya üzerinde çok büyük bir kuraklık yaşanmış. Ve insanlar dualar ederek tanrılardan yardım istemiş. Bu kuraklığı giderebilecek tek bir kişi varmış o da tanrıça Ganga.
Kuraklığın sona ermesi ancak Ganga’nın yeryüzüne düşmesi ile mümkün olabilirmiş. Ganga, gökyüzündeki kutsal nehirlerin tanrıçası ve Himalayalar’ın kızı olarak kabul edilen bir tanrıça. Bu tanrıça günahları ve karmayı temizleyen, arındıran, aynı zamanda da bereket, merhamet ve bağışlama ile de ilişkili bir tanrıça. Dolayısıyla Ganga’nın yeryüzüne düşmesi demek, insanoğlunun günahlarından da arınması demek. Öte yandan bu iniş, insanlığın günahlarından arınırken aynı zamanda günahlarının kefareti olarak başına gelecek olan büyük bir sel felaketine de delalet. Ve bu sel, bütün insanlığı yok edebilecek kadar da büyük.
Tam da bu noktada Shiva devreye girmiş. Ganga, yeryüzüne düşmek yerine önce Shiva’nın başına düşmüş. Shiva’nın saçlarına düşen Ganga’nın akışının şiddeti yavaşlamış. Ve saçlarından süzülerek yavaşça dünyaya inmiş. Ganj Nehri, işte böyle oluşmuş.
Bir diğer inanışa göre ise, yine aynı şekilde insanlar kuraklık sebebiyle tanrılara yakarıp dua ederlermiş. Bu duaları işiten Shiva, öylesine üzülmüş ki insanlığın haline, gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamış. Bu gözyaşları da saçlarından akan Ganga’ya karışarak dünyayı şifalandırmış.
Bütün bu hikayeler bir araya geldiğinde, Ganj nehri tanrılar ve insanlık arasındaki kutsal bağlantıyı, merhameti, şefkati, affediciliği ve arınmayı temsil ediyor. Dolayısıyla Hindular onun kenarında olmaktan çok büyük huzur buluyor. Onun sularında yıkanıyor ve ruhani olarak temizleniyorlar. Dileklerini ona sunuyorlar. Akşamları onun kenarında Aarti törenleri düzenleyerek tanrılara gün boyu dünyayı aydınlattığı için şükrediyor, sabahları ise yine aynı tanrılara gün boyu dünyayı aydınlatacakları için adaklarını sunuyorlar. Ganj Nehri, bu dünya üzerinde insanlık için en çok anlam ifade eden yerlerden bir tanesi.
Ganj kenarında yürürken, pek çok Hindu’nun nehirde yıkandığını göreceksiniz. “Bu pisliğin içinde neden yıkanılır ki” diye düşünmeden önce size buranın kutsal kabul edildiğini ve bedensel temizlik ile alakası olmadığını hatırlamanızı tavsiye ederim. Çünkü insanlar buraya fakir oldukları ve evlerinde bedenlerini ya da çamaşırlarını yıkayacak imkanları olmadığı için yıkanmaya gelmiyor. Ruhlarını yıkamak için geliyor.
Az önce anlattığım hikaye ile bağlantılı olarak, Ganj’ın arındırıcı gücü Hinduların ruhlarının temizliği anlamına geliyor. Varanasi’ye insanlar ölmeye geliyor ama yalnız başlarına gelmiyorlar. Bazıları Varanasi’ye geldiğinde zaten ölmüş oluyorlar. Dolayısıyla onları yakılmak üzere Varanasi’ye getiren canlılar, bir ölüyü beraberlerinde taşımanın ruhsal ağırlığı ve kötü enerjisini de ölü bedenle birlikte taşımış oluyorlar. Ganj’da yıkanmak demek, cenazeden sonra ölümün ağırlığından da arınmak demek.
Sadece cenaze sahipleri değil, ruhunda manevi yükler taşıyan tüm Hindular Ganj Nehri’nde yıkanarak arınıyorlar.
Ganj Nehri’ne atılan külleri atılan bedenlerden çıkmış ruhlar, bir daha dünyaya geri dönmemek üzere sonsuz huzura erişirler. Fakat bazı durumlarda ölüler yakılmadan doğrudan Ganj Nehri’ne atılırlar. Çünkü bu ölüler öyle özel durumlardadır ki, ruhunun doğrudan huzura ulaşabilmesi için bedenlerinin olduğu gibi Ganj’ın kutsal sularına teslim edilmesi gerekir. Ölü bedenlerin yakılması, bedenin 5 elemente geri dönüşünü temsil eder. Ama bazı durumlarda ölen kişi bu döngüden muaf kabul edilir.
Mesela hamile kadınlar içlerinde bir yaşam taşıdıkları için kutsal kabul edilirler. Çünkü hem doğmamış çocuğun hem de onu taşıyan annenin bedeni, tanrıya emanettir. Dolayısıyla yakılmalarına gerek yoktur. Onlar doğrudan karınlarındaki bebekle birlikte tanrıya gönderilirler.
Mesela yılan sokması sonucu ölenler yakılmazlar. Çünkü yılanlar karmik güçler ile ilişkilidir. Dolayısıyla Hindulara göre yılan sokması sonucu ölmek doğal bir ölüm değildir. Ve bu bedenin arındırılması gerekir. Doğrudan nehrin sularına teslim edilmelidir.
Sadular da yakılmazlar. Varanasi’nin her köşesinde gördüğünüz para tuzağı marjinal tiplemelerden bahsetmiyorum. Gerçek anlamda dünyevi hayattan vazgeçmiş, ruhani aydınlanış için kendini özel bir şeye ya da bir göreve adamış olan insanlardan bahsediyorum. Bunları zaten öyle ortalık yerlerde de göremezsiniz. Görürseniz de sizden rahatsız olurlar. Kameranızı gördükleri anda sizden uzaklaşırlar. Uzaklaşmasalar bile sizden fotoğraf karşılığı para ya da yiyecek istemezler. Gerçek Sadular dünyevi olan hiçbir şey ile ilgilenmez. Sadece bedenlerinin hayatta kalabileceği kadarıyla yaşamayı çoktan öğrenmiş oldukları için onlar da ruhani olarak özgürleşmiş kabul edilirler. Ruhani olarak özgür bir bedenin de yakılmasına gerek olmaz. Onlar zaten arınmıştır.
Bana en tuhaf geleni, Cüzzam sebebiyle ölenlerin yakılmaması. Aynı şekilde bulaşıcı hastalıktan ölenleri de yakmıyorlar. Tam tersi onların yakılması gerekirken onlar da Ganj’ın sularına bırakılıyorlar. Biraz ayrımcılık olarak gördüğüm bir durum bu. Çünkü bu insanların karmanın bedelini ödediğine inanıyorlar.
En acı olan ise çocuklar Özellikle 5 yaşından küçük olan çocuklar da yakılmazlar. Karmalarının henüz oluşmadığı düşünülür ve masum oldukları için hala tanrıya ait kabul edilirler. Ganj tüm Hinduların anasıdır. Ve bu günahsız çocuklara ailelerinden daha iyi bakacağına inanılır. Doğrudan Ganj anaya gönderilirler.
Harry Potter’ın Ölüm Yiyenleri’nden farklı olarak Aghori Sadular gerçekten ölü yiyorlar. Tüylerinizi diken diken ettiğime göre bu konuya açıklık getirerek sizi daha da rahatsız edeyim.
Hinduizm’in en uç noktası bu Aghori Sadular. Gelinebilecek en ekstrem mertebe. Bunlar Shiva’ya adanmış ve korkusuzluk ile bağdaştırılan kişiler. Gerçek özgürlüğün, korkuların ötesine geçerek elde edildiği felsefesinin cılkını çıkarır ve insanoğlunun en rahatsız olduğu şeyleri bilinçli olarak tecrübe ederler. Onlara göre hiçbir şey saf değildir, ama aynı zamanda kirli de değildir. Herşey tanrısaldır. Dışkı, ceset, idrar ve daha aklınıza ne geliyorsa. Aghori Sadulara göre insan kendisi onları iğrençleştirerek kendi var oluşunu kirli addeder ve dışlar. Ruhun iğrenme dürtüsü ile ötekileştirdiği şeyleri yemek, bu kişiler için bir özgürleşme biçimi. Bu ritüel, artık gerçekten en uç noktaya gelmiş Aghorilerin enerji alabilmek, karmik bağlardan kopmak ve Shiva’ya kendini kanıtlamak için yaptıkları bir ritüel.
Bu uç noktadaki Sadular için ölüm, gerçekliğin başladığı yerdir. Çürüme ise yaşam denilen simülasyonun gerçek olmadığını bize hatırlatır. Dolayısıyla cesetler ve ölülerden kalan küller bu Sadular için çok fazla şey ifade ediyor. Fakat dediğim gibi bunu her zaman yapmazlar. Varanasi’nin her köşesinde ceset yiyen birilerini görmeyeceksiniz, rahat olun.
Burası Varanasi’nin devasa çarşısı. Tütsüsünden takısına, kumaşından baharatına her türlü şeyi bulabileceğiniz çok büyük ve bir o kadar da kargaşa dolu olan bu yerde alışveriş tutkunlarını kendini kaybedeceğinden hiç şüphem yok.
Varanasi, Hindistan’dan Sari almak istiyorsanız gelebileceğiniz en iyi şehir. Varanasi bu işin bu ülkedeki merkezi.
Sari sadece bir kıyafet ya da basit bir kumaş değil, 5000 yıllık bir gelenek. Mahabharata destanında bile ismi geçen bu kıyafet, kadının zerafetinin ve dişiliğinin bir sembolü olarak kabul ediliyor. Giymesi epey meşakkatli olsa da, kaliteli bir sariyi üzerinizde taşıdığınızda gerçekten kendinizi bambaşka bir kadın gibi hissettirme gücü var bu kıyafetin. Ve Varanasi Sarileri, “kraliçelere layık” olarak tanımlanıyor.
İpek atölyeleri, lüks ve göz kamaştırıcı parlaklıkta sariler bulabileceğiniz mükemmel yerler. Uzunluğu 5 ila 9 metre arasında değişen bu kumaşların fiyatları 1000 Lira’dan başlıyor, yüzbinlerce liraya kadar çıkabiliyor Varanasi’de. En iyi Sari kumaşı ise gerçekten ipek ya da ipek karışımlı kumaşlar. Ben biri ipek-saten biri saf kaşmir olmak üzere 2 adet Sari aldım kendime. Saf ipek olanlar maalesef epey yüksek bütçeli.
Alıp ne yapacağım diye düşünmeyin. Sari’den ilham alan pek çok modern tasarım var. Alıp Türkiye’ye getirip kendinize başka örneği olmayan kıyafetler diktirebilir ya da ev tekstili için kullanabilirsiniz Sarileri.
Bu sitede yayınlanan hiç bir yazı izin alınmadan paylaşılamaz veya coğaltılamaz.
Copyright © 2024. All rights reserved