ceren
10:10:35 October 22, 2024
Kadınların güzelliği mi şehre yansımış, şehrin güzelliği mi kadınlara yansımış orasını bilmiyorum. Ama herşey çok güzel Vilnius’ta. “Yanına yakışacak mıyım” diye kendinizi sorgulayın giderken.
“Yakışırım ya” diyor ve kendinize bu konuda güveniyorsanız, o zaman doğru yerdesiniz. Her detayıyla güzelliklere ve güzelliklerin getirdiği eğlencelere açıksanız o zaman unutamayacağınız bir keşfe sizi hazırlamak benim için büyük bir şeref.
Önce telafuz ile başlayacağım :DD Okunuşu Vilneus ya da Vilnüs şeklinde. İngilizce telafuzu Vilna olarak da duyarsanız şaşırmayın.
Vilnius, Litvanya’nın hem başkenti hem de en büyük ikinci şehri. Avrupa’nın en büyük ve en iyi korunmuş Old Town’larından birine sahip olması ile turisti olarak ülkeye artı değer katıyor.
Barok stili mimarisini kendisine has bir üslup ile birleştiren bir kent dokusuna sahip. Bu kendine has üslup Vilnius Barok olarak isimlendiriliyor. Vilnius, Alp Dağlarının kuzeyindeki ve aynı zamanda en doğusundaki ve en büyük Barok şehri.
Napolyon tarafından “kuzeyin Kudüs’ü” olarak tanımlandırılmaya yetecek kadar büyük bir Yahudi nüfusa sahipmiş bir zamanlar Vilnius. Tabi bu “bir zamanlar” İkinci Dünya Savaşı ve Holokost’tan öncesini tanımlıyor.
1530 yılına tarihlenmiş bir efsaneye göre, şehrin kuruluş hikayesini anlatıyorum…
Dönemin Grand Dükü Gediminas, bir gün Vilnius yakınlarındaki kutsal vadi Šventaragis’de ava çıkar. Bu vadi, Litvanya’nın Hristiyanlığı kabulünden önce, Pagan inancının hakim olduğu dönemde Grand Düklerin öldükten sonra bedenlerinin yakıldığı vadi ve içersinde Pagan fırtına ve şimşek tanrısı Perkünas’a adanmış bir tapınak var. Kutsallığı buradan geliyor.
Konuya geri dönecek olursak, Gediminas çok başarılı geçen bu av partisinin uzaması sonucu, geceyi vadide geçirmeye karar verir. Av yorgunluğu ile uyuyakalan Gediminas, rüyasında çelik bedenli dev bir kurtun bir tepenin üzerinde yüksek sesle uluduğunu görür.
Uyandığında rüyasını maiyetindeki Pagan baş rahibi Lizdeika’ya anlatır ve yorumlamasını ister. Lizdeika rüyayı söyle yorumlar…”Litvanya devletine ve hükümdarına müjdelenen şudur…Çelik kurt bu bölgeye sizin tarafınızdan kurulan bir kaleyi temsil eder. Bu şehir Litvanya topraklarının başkenti ve hükümdarlarının meskeni olacaktır. Ve bu hükümdarların kahramanlıkları tüm dünyada yankılanacaktır.”
Ve Gediminas, tanrılardan gelen bu mesaj üzerine, öncelikle bu vadiye bir kale inşa eder. Sonralıkla ise az sonra isminden bahsedeceğimiz, bugünün Three Crosses tepesi olarak bilinen Bald Hill üzerine bir kale daha inşa eder. Sarayını buraya taşır, burayı kalıcı ikameti ve başkenti olarak ilan eder.
Bu masalsı kuruluş hikayesinden de anlayabileceğiniz gibi, epik bir şehirdeyiz. Gezecek yer sayısı da haliyle bol.
Tüm Old Town zaten yeterince şey barındırmıyormuş gibi bir de kendi içinde bağımsızlığını ilan etmiş yerleri var. ilerleyen kısımda anlatacağım uzun uzun.
Gate of Dawn eski şehire açılan kapılardan bir tanesi. Üzerinde Meryem Ana Şapeli bulunan bu kapı, bir dönemler Paganizmin başkentine açılıyormuş. Konu nereden nereye gelmiş. Meryem Ana ne alaka derseniz onun da izahı, Meryem Ana’nın “Şafağın Yıldızı” olarak anılıyor olması. Ve bu kapı şehrin en doğusunda, şafak sökerken şehirden ilk görüldüğü yer olması sebebiyle şafağın yıldızı Meryem Ana’ya ithafen üzerine bu şapel yapılmış. Çok ince bir nüans.
Benim bu şehirdeki favori spotum burası. Bir ütopyanın vücut bulmuş hali burası. Yaşanabilir toplum formülünün hayata geçirilmişi ya da en azından geçirilmeye çalışılmışı.
Uzupis, Litvanya lisanında “nehrin diğer tarafı” anlamına geliyor. Zamanında şehrin en pespaye ve fakir bölgesiymiş burası. Ucuzluğu sebebiyle, burayı mesken tutup yerleşen bir topluluk var. Doğru bildiniz, sanatçılar. Bu kadar çok hayal gücü potansiyeli bir araya gelince voltran mı oluşmuş ne olmuşsa, bir araya gelen bu sanatçılar hayal gücünün sınırlarını aşmışlar. Ve burada bir cumhuriyet ilan etmişler.
Devlet statüsünde tanınmış bir bağımsızlık ve cumhuriyet elbette değil. Fakat kendilerine ait bir bayrakları var. 11 kişilik bir orduları var. Devlet başkanları var. 41 maddeden oluşan ve “ohaaa” dedirten maddelerle dolu bir anayasaları var. Anayasada, herkes ölme hakkına sahiptir ama bu bir zorunluluk değildir, herkes bireysel olma hakkına sahiptir, herkes bazen sorumluluklarından habersiz olma hakkına sahiptir gibi çok beşeri ruha hitap eden maddeler var. Ve bu anayasa, içlerinde Türkçe’nin de olduğu pek çok dile çevrilerek Uzupis Cumhuriyeti’nin duvarlarına asılmış.
Zamanının izbe bölgesi olan bu mahalle, şuan Vilnius’un en pahalı bölgesi.
Bu ütopik cumhuriyeti daha da sevimli hale getiren detay, Uzupis kedisi isimli, şişko, tipsiz bir kedi heykeli. Batıl bir inanç olsa da oldukça sevimli bir inanış ile de bu kediye anlam yüklenmiş.
İnanışa göre Uzupis kedisinin kulaklarına dokunursanız, korkularınızdan arınabiliyorsunuz. Kedi heykelinin altındaki metal plakada “touch my ear, have no fear” şeklinde cesaretlendirici bir slogan ve yine cesaret verici bazı tavsiyeler var.
Diğer Avrupa ülkelerine göre bana sorarsanız Vilnius Town Hall’ünün pek de bir esprisi yok. Vilnius’ta görülecek o kadar çok güzel spot var ki burası bana göre bir tık sönük kaldı. Geçiniz…
Yahudilerin ellerinin değdiği herşey güzelleşiyor. Bu bölge de Vilnius’ta Yahudi eli değmiş çok elit ve şık bir bölge. Her köşesinden sokak sanatları, şirin kafeler, rengarenk vitrinler fışkırıyor. Şehrin en fotojenik yerlerinden bir tanesi olarak gezi güzergahınıza eklemelisiniz.
Her şehirde üniversite var, Vilnius’takinin esprisi ne ki gezilecek yerler listesine aldım acaba?
Tabi ki size bütün kampüsü boydan boya gezin demiyorum ama bu kampüsü diğerlerinden ayıran şey kuruluş hikayesi.
Vilnius Üniversitesi, Baltık ülkelerinin en eski üniversitesi. Ve bu üniversite, Cizvit Tarikatı tarafından kurulmuş. Kampüs binasının üzerinde Cizvit Tarikatının sembolünü göreceksiniz Universiteto Caddesi üzerindeki Kütüphane Avlusu tarafından baktığınızda.
Cizvit Tarikatı ya da Cizvitler yahut İsa Cemiyeti…Bu topluluk, Roma merkezli ve 7 kişiden oluşan bir arkadaş topluluğu. Kendilerini İsa’nın biraraya getirdiğine inanan ve kendilerini “Tanrının arkadaşları” olarak tanımlayan bu topluluk, kendilerini eğitime adamış. Daha doğrusu tarikatın kaideler adını verdikleri tüzüklerinde eğitim ile ilgili çok detaylı düzenlemeler yer alıyor. Bu yüzden faaliyetlerinin başında da eğitime adanma geliyor. Bu eğitimin kapsamı tamamen dini değil. Çünkü Cizvitler Hristiyanların kendilerini yenileyebilmeleri için güncel ve çok sağlam bir eğitimin birinci şart olduğunu çok çabuk öğrenmişti. Bu yüzden gönüllü ve gezici olarak öğretmenlik bile yapmışlar. Sonrasında bu eğitim faaliyetleri okullar açma şeklinde devam etmiş.
Litvanya devlet başkanlarının resmi sarayı adı üstünde. Bizdeki kadar ihtişamlı ve büyük değil. Geçiniz.
Gördüğüm en sivri mimarili yapılardan bir tanesi. Ve kırmızı-kahverengi kiremit cephesi ile kaba bir güzelliği var. İhtişamlı ve heybetli de aynı zamanda. Ortaçağ döneminden kalma bir Katolik kilisesi kendisi. Yolunuzun üzerinde kalacak zaten. İsteseniz de görmeden geçme şansınız olmayacak 🙂
Ortaçağ döneminde bu katedralin yerinde bir Pagan tapınağı varmış. Hatta bodrum katında Grand Düklerin mezarları bulunuyor. Bu yüzden de Litvanyalılar için çok büyük önem taşıyor bu katedral. Eski tapınaktan arta kalan bazı parçalar da hala bodrum katında. Litvanya’nın Sovyet hakimiyeti altında olduğu ve tüm dini hizmetlerin Sovyetler tarafından bloklandığı dönemde bu katedral de kapatılmış.
Giriş kısmındaki hikayeye geri dönecek olursak, Gediminas’ın inşa ettirdiği kalenin bir parçası bu saray. Şuan dışarıdan baktığınızda göreceğiniz mimari üslup Rönesans tarzı olsa da, sarayın orijinal halinden geriye kalan bazı parçalar, sarayın içinde sergileniyor hala.
Epik bir şehirde olduğumuzu söylemiştim, öyküler bitmek bilmiyor bu şehre dair. Üç Haç Anıtı da yine geri planında bir Ortaçağ efsanesine olan mekanlardan.
Efsaneye göre, dönemin nüfuzlu ailelerinden biri tarafından Vilnius’e 14 Fransisken rahibi davet edilir. Rahipler bu tepede kamuya açık bir vaaz verirler fakat ardından hala Paganizmin hüküm sürdüğü bu memlekette kendi sonlarını getirecek olan başka bir şey daha yaparlar. Pagan tanrılarına küfrederler.
Bu vaazın sonu tüm rahipler için ölümle sonuçlanır. Öfkeli Pagan halk, rahiplerin 7 tanesinin burada başını keser. Kalan 7 tanesini ise çarmıha gerer ve Neris Nehrine atarlar.
Bu efsanenin doğruluğundan bağımsız olarak, bu üç tane haç Litvanya’nın Hristiyanlığı kabulünün bir sembolü olarak günümüzde de hala ayakta. Birkaç kez yıkıma ve Sovyet zulmüne uğramış olsa da, ya bakımları yapılarak ya da yeniden inşa edilerek bir şekilde yaşatılmışlar.
Fransiskenler, İsa tarafından yoksulluk ile müjdelendiklerine inanan ve onun isteği üzerine yoksul bir hayat yaşamaya ant içmiş olan bir tarikat. Herhangi bir Ortaçağ temalı filmde mutlaka gördüğünüz o çuvalımsı kıyafetli karakterler vardır ya, işte onlar Fransiskenlerden ilham alınmış karakterler. Fransiskenler gerçekten de kahverengi bir cüppe, onun altına harmani adı verilen bir etek, bel kısmına düğümledikleri bir ip ve sandaletleri adeta bir forma haline getirip kendilerini diğer insanlardan ayırmışlar.
Fransiskenler hayatları boyunca bir şeylere sahip olmayı reddederler. Günümüzde de hala faaliyetlerine devam eden müritleri var. Çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere ülkemizde kiliseleri bile var.
Bu yoksul hayat tarzının amacı, bir şeylere sahip olarak başkalarını sömürme ihtimalini ortadan kaldırmak.
Litvanya’nın bence gerçekten en güzel caddesi. Binaları, rengarenk cafeleri, restoranları ve sokak sanatçıları ile insanın içini açan bir yer.
Yazarlar Caddesi olarak Türkçe’ye çevirebileceğimiz bu cadde, hem dünya hem de Litvanya edebiyatının önemli isimlerini sembolize eden eserler ile süslenmiş duvarları ile ünlü. Çok sayıda sanat galerisi ve kafe de görebilirsiniz.
Trakai Vilnius’a çok yakın başka bir şehir aslında. Biz yol üzerinde geçerken uğramıştık ama keşke burada 1 gece geçirseydik diye hayıflanıyorduk buradan ayrılırken. Tek tek gezi rehberi yaparak anlatmaya gerek görmedim çünkü bir bütün halinde çok güzel.
Trakai, dünya üzerinde nüfusları gittikçe azalmış olan ve daha da kötüsü dünyanın farklı farklı yerlerine yayılmış halde yaşayan Karay Türklerinin, nüfus olarak en yoğun yaşadıkları yer. Kendine has mimari bir üslubu olan Trakai’de hala Karay Türkleri yaşıyor.
Kırım Savaşı sonrası, dönemin Litvanya Grandük’ü, evine dönerken yanında Tatar ve Karay Türkü aileler getirip onları buraya yerleştirmiş. Ailelerin çoğunluğu, asker aileleri. Şehrin sembolü haline gelmiş Trakai kalesi ile birlikte şehirde 2 adet kale var. Askerleri bu kalelere yerleştirmişler. Sivilleri de bu iki kale arasında kalan bölgeye.
Tatar aileler bir süre sonra buradan gitmişler. Buradan 40 km mesafedeki tek bir Tatar köyü haricinde Tatar yerleşimi kalmamış. Karay aileler de burada hala yaşamlarını sürdürüyorlar.
Bu sitede yayınlanan hiç bir yazı izin alınmadan paylaşılamaz veya coğaltılamaz.
Copyright © 2024. All rights reserved