Transilvanya Şatoları Turu-Sibiu, Sinaia, Sighişoara, Braşov, Bükreş Gezi Rehberleri

in
Romanya

Transilvanya şatoları deyince hepimizin aklına direk Drakula geliyor. Ama aslında Transilvanya, Drakula'dan çok daha fazlası. Transilvanya demek, aynı zamanda birbirinden güzel Ortaçağ şehirleri demek. Kısacası Romanya, tüm Ortaçağ meraklılarına ısrarla tavsiye ettiğim bir ülke.

Drakula ve tüm diğer vampir hikayelerinin hastası olan insanlar için Romanya bir cennet. Ama Transilvanya şatoları demek sadece Drakula ve vampir hikayeleri demek değil. 

Şehir rehberlerine başlamadan evvel, okuduklarınızı biraz daha anlamlı hale getirmek için önce Drakula’dan, sonra biraz Transilvanya’dan bahsetmek istiyorum. Vikipedi kalitesinde ve uzunluğunda olmayacağına da garanti veriyorum

Drakula Hakkında

Drakula, hepimizin bildiği gibi bir roman karakteri. Kendisi bir vampir. Hatta öyle ki, neredeyse vampirlerin babası. Bram Stroker’ın aynı adlı romanındaki ana karakter Drakula. 

Bram Stroker bu romanı yazmadan önce, kendisine ilham veren bir tarihi karakter sayesinde neredeyse hiç zorlanmadan yazmış bu romanı. Bu karakter Vlad Tepeş. Kendisi Eflak Voyvodası. Ve ömrü Osmanlı saraylarında geçmiş, Osmanlı kültüründe yetişmiş bir devlet adamı. 

Vlad Tepeş, Eflak Voyvodası Vlad Dracul’un ikinci oğlu olarak dünyaya gelmiş. Babasının Osmanlı karşısındaki yenilgisi sonucu esir düşerek kardeşi ile birlikte Edirne’ye getirilmiş. 

Zamanla Osmanlı’nın, Eflak topraklarındaki birliklerinde hüküm sahibi biri haline gelmiş. Askeri dehası sayesinde, ismini duyuran Vlad, emrine verilen Osmanlı askerleri ile birlikte Moldovya ve Macar topraklarına girmiş. Macaristan’ın da desteği ile, Eflak’ı tamamen kontrol altına almış. 

Bu noktadan sonra gittikçe güçlenmeye başlamış ve ilerde kendisini roman karakterlerine ilham verecek, acımasız bir katil olarak tanınmasına sebep olan işkence yöntemlerini uygulamaya başlamış. Sakson kasabalarını yağmalatan Vlad, yerli halkı yağlı kazıklara oturtarak halka korku salmaya başlamış. Ve bu acımasız işkence yöntemleri ile gittikçe adından daha fazla söz ettirmeye başlamış. 

Voyvodalık döneminde, Osmanlıya karşı kini hala devam eden Vlad’ın, binlerce Osmanlı askeri ve Bulgaristan’da yaşayan Türkleri de bu işkence yöntemine maruz bırakmış. 

Bu kanlı ve korkunç hikayelerden yola çıkan Bram Stroker Vlad Tepeş’i Drakula karakteri olarak kitabından tasvir etmiş. Bundan sonrasında Vlad Tepeş, Kont Drakula olarak anılmaya başlanmış. 

Transilvanya Hakkında

Eski ismiyle “Erdel” olarak bildiğimiz, bugünkü Romanya topraklarının orta-batı kesimlerindeki bölgeye verilen isim. Mohaç Meydan Muharebesi’nden sonra Osmanlı egemenliği altında kalmış. İç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı Devletine bağlı özerk bir devlet. 

Almanca Siebenbürgen adı ile de anılıyor. Siebenbürgen Almanca 7 kale anlamına geliyor. Bu yedi kale, Alman Saksonlarının yaşadığı 7 şehri temsil ediyor. Zaten Transilvanya armasında da, bu 7 kale yer alıyor. 

Peki Almanların burada ne işi var? Ne alaka? 

Zamanında bu bölge, Macaristan topraklarına dahilmiş. Fakat Osmanlı’nın kışkırtmaları yüzünden toprak bütünlüğü tehdit altına girince, Macar Kralı, Alman şövalyelerinden yardım istemiş. Transilvanya bölgesindeki pek çok şehir, işte bu Alman şövalyelerin elinden çıkma. Bu yüzden çoğu zaman Romanya diye yola çıkıp yanlışlıkla Almanya’ya mı geldik diye düşünmeniz çok olası. 

Transilvanya Gezi Rehberi

Büyük ihtimalle Romanya’da ilk durağınız Bükreş olacak. Transilvanya gezisi için yapmanız gereken ilk şey Bükreş’ten koşarak uzaklaşmak ve Braşov ya da Sinaia’ya geçmek. Bizim rotamızın ilk durağı Sinaia idi. Bu yüzden Sinaia ile başlıyoruz. 

“Gelmişken Kış Turizmine de El Atalım” Diyenler İçin – Sinaia

Burası aslında Braşov kentine bağlı bir ilçe. Kış turizminin Romanya’daki en gözde şehirlerinden bir tanesi. Eğer Romanya’ya kışın gelmek ve kış aktiviteleri yapmak istiyorsanız, Sinaia’ya mutlaka uğrayın. 

Hatta sadece kış turizmi değil, trekking ve hiking gibi outdoor sporlara meraklıysanız buraya yazın da mutlaka gelin. Bucegi dağlarının eteklerine kurulmuş bu şehirde yapabileceğiniz gerçekten çok fazla aktivite var. 

Ama eğer kış turizmi ile alakanız yoksa da uğrayın. Çünkü Peleş ve Pelişor kaleleri burada. Bu iki kale, tek başına Sinaia’ya gelmek için yeterli. Hatta bizim gibi yolunuzu uzatma ve gün kaybetme pahasına bile olsa. 

Peleş Kalesi

Transilvanya’da gezdiğimiz en güzel kalelerden bir tanesi bu. Karpat Dağları’na inşa edilmiş Neo-Rönesans tarzındaki bu kale, Erdel (Transilvanya) ve Eflak bölgelerini birbirine bağlayan rota üzerinde. 

Bu kale, Romanya’nın ilk kralı Carol tarafından yazlık saray olarak yaptırılmış. Bu bölgeyi gören ve manzara karşısında nutku tutulan Carol bu kalenin inşaatının tamamlandığını görememiş. 

Kalenin özellikle dış cephelerine bayıldık. Şanslıysanız ve hava güneşliyse, harika fotoğraflar çekebileceğiniz bir kale. Görkemli, gösterişli ama aynı zamanda zarif ve göz yormuyor. 

Ulaşım

Sinaia’nın merkezinden yokuş yukarı 30 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz. Yok ben yokuş çıkamam derseniz, merkezden T3 numaralı otobüs ile sadece 10 dakika. Otobüs şoförüne kaleye çıkacağınızı söylerseniz, sizi durakta indirecektir. İndikten sonra koruluk alan içindeki kısa bir yürüyüş ile kaleye ulaşabilirsiniz. 

Ziyaret Saatleri

Pazartesi ve Salı günleri hariç her gün ziyaret edebilirsiniz. Sabah 9 akşam 5 saatleri arasında ziyarete açık. 

Pelişor Kalesi

Klasik Ortaçağ mimari tarzındaki bu kale, Peleş Kalesinden sadece bir kaç yüz metre mesafede.

Bu kale de Kral Carol tarafından kendinden sonra kral olacak yeğeni Ferdinand ve eşi için yaptırılmış. 

Ulaşımı ve ziyaret saatleri Peleş kalesi ile aynı.

Transilvanya Şatolarına En Yakın Şehir – Braşov

Transilvanya eyaletinin en önemli kentlerinden bir tanesi. Şehri Osmanlılardan korumak için etrafı surlar ile çevrilmiş. Surların içinde kalan eski şehir bölgesi, Braşov’un en güzel ve en turistik yeri. Bu şehir de Transilvanya’nın şanına yaraşır şekilde, Alman Saksonların elinden çıkma. 

Transilvanya armasında yer alan 7 kale burcundan bir tanesi Braşov’u temsil ediyor. Ayrıca bu şehir, dönemin en önemli ticari yollarından birinin üzerinde yer aldığı için, döneminin en zengin şehirlerinden biri. Günümüzde de Romanya’nın en büyük ikinci şehri.

Old Town Bölgesi

Teker teker gezilecek yerler listesi çıkarıp hem sizi hem kendimi yormak istemiyorum. Çünkü neredeyse her şey Old Town bölgesi içerisinde. Özetle Old Town’u yürümeye başladığınız takdirde zaten gezilmesi gereken tüm yerlerin önünden geçmiş olacaksınız. 

Kara Kilise

Old Town bölgesinde karşınıza çıkacak en heybetli ve en gotik yapı. Bir cephesi yandığı için, Kara Kilise ismini almış. 

Dışarısının kasvetine rağmen iç kısmı o kadar iç karatmıyor. Devasa büyüklükteki bir kilise orgunu içine sığdırabilecek kadar da yüksek tavanlı. 

İçeriye giriş için bilet almanız gerekiyor. Biletler, kilisenin hemen karşısındaki hediyelik eşya dükkanından temin ediliyor. 

Konsey Meydanı (Piata Sfatului)

Şehrin ana meydanı. Aynı zamanda tarihi merkezi. Ticaretin de kalbinin attığı yer.

Ortaçağ döneminden bu güne kadar Braşov’un kalbi olmaya devam etmiş rengarenk bir meydan. Cıvıl cıvıl kafeler, restoranlar ve dükkanlar. 

Fakat bu rengarenk görüntüye tezat olarak zamanında bu meydanda batıl inançlar yüzünden çok kan dökülmüş. Ortaçağ döneminde cadı avının yaygın olduğu dönemde bu meydanda pek çok kadın, cadı olduğu iddiasıyla öldürülmüş. 

Transilvanya Kaleleri

Mutlaka görmenizi tavsiye ettiğim bazı kaleler Braşov’a çok yakın. Fakat araç yoksa ulaşımı sıkıntılı olabileceği için, Braşov’a mümkün olduğunca uzun zaman ayırın ki rahat rahat gezebilin. 

Bran Kalesi

Drakula romanında tasvir edilen kale, bu kale ile inanılmaz bir benzerlik gösterdiği için, Drakula kalesi olarak Romanya turizmine kazandırılmış bir Ortaçağ kalesi bu. Aslında Drakula karakterine ilham veren Vlad Tepeş, burada sadece kısa bir süre hapis yatmış. 

Romanya’da Drakula kalesi olduğu iddia edilen 3 kale var. Fakat romandakine birebir benzerlik gösteren tek kale bu. 3 kaleden biri Poenari Kalesi, diğeri ise Bran Kalesi’nden daha güzel olduğunu düşündüğüm Corvin Kalesi. 

Tarihteki rolüne bakacak olursak, Bran Kalesi Osmanlılara karşı bir savunma hattı olarak inşa edilmiş. Eflak ve Erdel arasında sınır noktasına konumlandırıldığı için aynı zamanda bir de gümrük noktasıymış. 

Dışarıdan inanılmaz heybetli ve devasa bir görüntüsü var. Bir o kadar da karanlık. Fakat içeriye girdiğinizde hem o kadar büyük olmadığını görüyorsunuz, hem de resmen içiniz açılıyor. 

Kalenin iç kısmında oldukça güzel bir avlusu var. Ayrıca içeride bazı mobilyalar ve sanat eserleri sergileniyor. Kalede Drakula görebileceğiniz tek yer hediyelik eşya dükkanı ve girişteki pazar. Bunların haricinde bu kaleden Drakula namına bir şey beklemeyin. 

Ulaşım

Bu kaleye ulaşmak için Braşov’da 2 numaralı otogara gitmeniz gerekiyor. Bu otogardan saat başı otobüs kalkıyor. Biletleri araca binerken şoförden alıyorsunuz. Otobüs sizi kalenin önüne kadar götürüyor.

İneceğiniz yeri kestirmekte zorlanabilirsiniz. Bu yüzden yol boyu haritalardan yol tarifini kontrol edin. Şoförler İngilizce bilmiyor genelde. Dönüş için de indiğiniz yerin hemen karşısında beklemeniz yeterli. Fakat şimdiden uyarayım, uzun bir bekleyiş olabilir. 

Raşnov Kalesi

Bizim gitme imkanı bulamadığımız, ama uzaktan gördüğümüz bir diğer Transilvanya kalesi. Kalenin geçici olarak kapalı olması sebebiyle maalesef gidemedik. 

Bran Kalesine göre çok daha büyük olan bu kale de, onun gibi savunma amacıyla kurulmuş bir Ortaçağ kalesi. Aynı zamanda bölgede yaşayan köylüler için bir sığınak imkanı sağlıyor. 

Ulaşım

Bran Kalesi’ne giden otobüsler, Raşnov Kalesi’nin bulunduğu köyden geçiyor. Bu yüzden aynı otobüsü kullanabilirsiniz. Otobüsten indikten sonra kaleye ulaşmak için epey yürümeniz ya da taksi bulmanız gerekli. 

Drakulanın Doğduğu Şehir – Sighişoara

Vlad Tepeş’in doğduğu şehir. Transilvanya bölgesinin en olmazsa olmazı. Buralara kadar gelip, Drakula’nın doğduğu şehri gezmeden döneni taşlarlar. 

Bu şehir için de tek tek alt başlık açmıyorum. Çünkü bu şehirde gezmeniz gereken tek bir yer var, o da Old Town bölgesi. Zaten neden tek bir yer görmeniz gerektiğini ve özel olarak başlık açmadığımı, Old Town sınırlarına girdiğiniz anda anlayacaksınız. Bütün bu bölge, komple UNESCO Dünya Mirası Listesinde. Kendinizi bir Ortaçağ filmi setinde gibi hissetmek için yapmanız gereken tek şey, Old Town bölgesine çıkan yokuşlu taş sokakları arşınlamak. 

Sadece bir kaç saat içinde tamamen gezip bitirebilirsiniz Old Town bölgesini. Ama benim gibi Ortaçağ aşıkları için birkaç saatin yeteceğini sanmıyorum. Bütün şehir Merlin dizisinden fırlamış gibi. Özellikle saat kulesine çıkan o güzelim merdivenler ❤️. 

Old Town bölgesini bu kadar çekici hale getiren bir diğer unsur ise Casa Vlad Drakula isimli sarı renkli bina. Rivayete göre burası, Vlad Tepeş’in doğduğu ev. Bu ev suanda restoran olarak hizmet veriyor. 

Ortaçağdan kalma rengarenk evler, taş sokaklar ve o inanılmaz saat kulesi. Tüm bunlar birleşince Sighişoara mükemmel derecede çekici hale geliyor. Yani sadece birkaç saat geçirmek için gelmeye değecek bir şehir mi? Bence kesinlikle evet. 

Transilvanya’da Cermen Esintileri – Sibiu

“Yanlışlıkla Almanya’ya geldik heralde” dedirten bir şehir. Şehri Almanların kurduğu her halinden belli. Hatta öyle ki burada Oktoberfest bile kutlanıyormuş. Almanya’da Oktoberfest’in pahalı olduğunu düşünüyorsanız, buraya gelebilirsiniz yani.

Oldukça gezgin dostu bir şehir Sibiu. Tüm Old Town bölgesi, turistlerin yönlerini daha kolay bulması ve gezilecek önemli yerleri kaçırmaması için yönlendirme tabelaları ile donatılmış. Yani tarihi şehir bölgesini ne navigasyon ne de rehber olmadan rahatlıkla gezebilirsiniz. 

Old Town Bölgesi

Yine toplu şekilde bir arada görebileceğiniz yerleri teker teker başlıklar açarak sizi gereksiz detaya boğmak ve kafanızı karıştırmak istemediğim bir yerdeyiz. Fakat küçük küçük başlıklar ile en azından Old Town bölgesinde neyin ne olduğuna değineceğim ki, aval aval bakakalmayın gördüklerinize. 

Piata Mare

Diğer “Old Town”ların aksine, Sibiu’da iki adet meydan var. Bir tanesi Piata Mare denilen büyük meydan. Etrafı cıvıl cıvıl kafelerle ve restoranlar ile çevrili bu meydan, az sonra bahsedeceğimiz Konsül kulesi ile Piata Mica, yani küçük meydandan ayrılıyor. 

Ortaçağ mimarisi, kıpkırmızı kiremit çatılar ve göz alabildiğine büyük bir meydan. Tabi ki vakti zamanında şehrin ticaret merkeziymiş. Etrafındaki kafe, restoran ve mağazalara bakacak olursak hala öyle olduğunu söylemek de çok yanlış olmayacaktır. 

Konsül Kulesi

İki meydanı birbirinden ayıran ve zeminindeki tünel ile birbirine bağlayan yapı. Zamanla mimarisi değiştirilse de, günümüze kadar başarıyla korunarak getirilmiş. Eskiden şehrin tahıl ambarı olması amacıyla inşa edilmiş. Fakat bir süre sonra yangın gözetleme kulesi misyonu yüklenmiş. Günümüzde ise sergi olarak kullanılıyor. 

Piata Mică

Küçük meydan. Diğerine göre çok daha samimi ve renkli geldi bana. Fakat aynı mimari kimlik, Ortaçağ binaları ve kırmızı kiremitli çatılar burada da mevcut. 

Liars Bridge

Neden böyle enteresan bir isim verilmiş kimse anlayabilmiş değil. Kendisi sadece çelik bir köprü o kadar. Ama turistler burayı baya baya seviyor. 

Bizi köprünün kendisinden ziyade, hemen köprünün yanındaki parlament mavi pencereli sarı bina etkiledi. Bu bina Sibiu’da bana göre en güzel fotoğraf noktalarından bir tanesi.

Evanjelist Katedrali

Zamanında Hristiyanlığın yayılması için bildiriler yayan kişiler varmış. Bu katedral, tarihte onlar adına yapılmış ilk katedral. Dış cepheleri ve 73 metre yüksekliğindeki kulesi ile beni kendine hayran bıraktı. 

Kuleye çıkıp, şehrin manzarasını yukarıdan da izleyebilirsiniz. 

Merdiven Kulesi

Şehirdeki en eski yapılardan bir tanesi. Alt kısmı merdivenler ile Old Town’un alt kısmına bağlanıyor. Hemen Evanjelist Katedrali’nin arka tarafında konum olarak. Aynı zamanda bu civarda eskiden demirciler bulunduğu için, Demirci Kulesi ismi ile de anılıyor. 

Marangoz, Çölekçi ve Dokumacı Kuleleri

Sibiu’nun etrafını çevreleyen, eski şehri dışarıdan gelen tehlikelerden koruyan surlar ve bu surların üzerlerinde kuleler var. Bu kulelerden toplamda 39 tane olmasına rağmen, sadece bu üçü hala ayakta ve bakımlı durumda. 

İçlerinde pek bir şey olmasa da gezmenizi tavsiye ederim. Saat 11’den itibaren ziyarete açık.

Bonus: Corvin Kalesi

Rotamıza vakit darlığı sebebiyle ekleyemediğimiz ama aklımızın bir köşesinde ukte olarak kalan Ortaçağ kalesi. Drakula’nın kalesi olduğu söylenen 3 kaleden bir tanesi. Ve bana göre en güzeli. 

Gotik-Rönesans tarzında inşa edilmiş olan bu kale, aynı zamanda Avrupa’nın en büyük kalelerinden de bir tanesi. 

Sibiu’dan ulaşımı sadece 1.5 saat mesafede. Bu yüzden 1 gününüzü kesinlikle buraya ayırıp bu güzel kaleyi görün. 

Transilvanya’dan Sonra Pek Heyecan Uyandırmayan Başkent – Bükreş

Balkanların Paris’i olarak anılan, oldukça büyük bir şehir Bükreş. Aynı zamanda Balkan coğrafyasının en gelişmiş şehri.

Gerçekten de Parizyen bir havası var. Peki Transilvanya’dan sonra insanı pek heyecanlandırıyor mu? Bence hayır. Özellikle Paris’i daha önce gördüyseniz ne demek istediğimizi gittiğinizde daha iyi anlayacaksınız. 

Ancak yine de boş geçebileceğimiz bir şehir değil. Hem çok büyük, hem de çok eğlenceli. 

Bu başlık altında şehrin tamamından ziyade benim favorim olan bir kaç yeri sizlerle paylaşacağım. 

Atatürk Heykeli – Piata Odeon

Bükreş’te ilk durağımız olan meydan ve büst. Bükreş’te atamızın huzuruna çıkmadan Bükreş’ten ayrılamazdık. Siz de ayrılmayın. 

Büstün önünde atamızın “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözleri yazıyor. As bayrakları 🙂

Romanya Ulusal Sanat Galerisi

Ortaçağ döneminden günümüz modernizmine kadar pek çok sanat akımını görebileceğiniz ve dibine kadar sanata doyabileceğiniz mükemmel bir müze.

3 katlı ve oldukça geniş koleksiyona sahip olan müze benim Bükreş’teki favorim. Eğer ağır ağır gezerseniz tamamını bitirmeniz yaklaşık 5-6 saati bile bulabilir. 

Pazartesi ve Salı günleri müze kapalı. Daha detaylı bilgi için bu linketıklayabilirsiniz.

Stavropoleos Manastırı

Küçük ama çok güzel bir manastır. Özellikle iç kısmı çok etkileyici. Dış cepheleri ile de Old Town bölgesinde dikkatleri üzerine çekiyor. Bu yüzden görmeden geçmeniz pek söz konusu değil. Gelmişken mutlaka içini de görmenizi tavsiye ederim. 

Dimitri Gusti Ulusal Köy Müzesi

Bükreş Üniversitesi Sosyoloji Bölümü başkanı Dimitri Gusti tarafından 10 hektarlık bir alana kurulmuş harika bir açık hava müzesi. Romanya’nın farklı bölgelerindeki kırsal mimariyi yakından tanıyabileceğiniz bir müze. İçerisindeki tüm evler, orjinali yerlerinden sökülüp burada yeniden monte edilmek suretiyle bulundukları yerden alınmışlar. Hatta evler Bükreş’e sahipleri ve içlerinde sahiplerine ait bütün eşyaları ile birlikte gelmiş. Yani Bükreş’in ortasında, köylülerin köylerindeki hayatlarını devem ettirecekleri bir etnik ortam yaratmak istemişler. Amaç sosyolojik bir koruma bölgesi oluşturmakmış. 

Fakat bir süre sonra ev sahiplerini buradan alıp başka bir yere yerleştirmişler. Bu durumda da evler bakımsız kalmış ve hasar görmüş. 

Gusti’nin bir öğrencisi bu duruma el atmış ve evlerin bakımını üstlenmiş. Sonrasında koruma alanı, etnografya müzesine dönüştürülerek ziyarete açılmış. 

Arcul de Triumf

Bildiğiniz, Paris’teki Zafer anıtının aynısı. Ulusal Köy Müzesine giderseniz, yolunuz zaten üzerinden geçeceği için görmemeniz söz konusu bile değil. 

Vilacrosse Pasajı

Nargile kafelerin cirit attığı, ama tarihi dokusu sebebiyle en azından içerisini görmenizi tavsiye ettiğim pasaj. 

Çeşmeci Parkı

Şehrin ortasında bir kahve molası verebileceğiniz, özellikle sonbahar aylarında çok güzel fotoğraf verebilecek bir park. 

Tags :

Share This Post :

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *