ceren
05:10:08 October 4, 2024
Baltık coğrafyasının Avrupa’nın kalanına olan benzerliğinin yanında bir de kendine has farklı bir havası var. Sovyet Rusya’sı ile Ortaçağ Avrupa’sını karıştırsanız ortaya böyle kaliteli bir şey çıkıyormuş demek ki.
Sokakların temizliğinin yanında bir de nüfus ve turist yoğunluğunun azlığı bu şehri gezmeyi aşırı keyifli hale getiriyor. Bir sokakta istediğin kadar fotoğraf çekilebilmek, binaları uzun uzun izleyebilmek ne kadar güzel bir hismiş meğer. Size bu hissi yaşatabilecek sayılı şehir vardır dünya üzerinde. Listenin başlarında da Riga gelir.
Daugava Nehri’nin ortadan ikiye ayırdığı, sulak alanı bol bu şehir. Baltık Denizi’ne de Daugava Nehri ile bağlanıyor. Riga Letonya’nın başkenti ve en büyük şehri. Ülkenin kültür, sanat, siyaset, finans ve aklınıza gelebilecek bilumum şey merkezi.
Old Town bölgesinin “tamamı” UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Vecriga adı verilen bu mahalle, Riga’nın da kurulduğu bölge. Teeee 12. yy da kurulmuş olan bu şehre, zamanla Almanya’dan gelen ticaret gemileri uğramaya başlamış. Onlar geldikçe şehir de bir liman şehri haline gelmeye, gittikçe büyümeye ve gelişmeye başlamış.
Varoluşunun bir bölümünde Polonyalıların, bir bölümünde İsveçlilerin bir bölümünde ise Rusların eline geçmiş. Bu mütemadiyen el değiştirme hali, İkinci Dünya Savaşı döneminde Nazilerin ülkeyi işgal etmesiyle son bulmuş. Çünkü zaten sonrasında SSCB’nin de dağılmasını müteakip bağımsızlığını da ilan etmiş.
Komşuları Litvanya ve Estonya ile birlikte Avrupa’nın aralarına başka kimseyi almayan havalı kız arkadaş grubu gibi takılan bir bölge Baltıklar. Hem çok Avrupai hem de çok Sovyetler. Konuştukları lisanın Rusça’ya benzerliği, bazı binaların “Ben Sovyetim” diye haykıran cepheleri ve beyaz tenli yerel halkı ile mükemmel bir mix olmuş.
Baştan şunu söylemek isterim ki, Riga’da “görmeden dönerseniz çok şey kaçıracağınız” tek bir şey bile yok. Tam da bu yüzden Riga’yı gezmek çok keyifli. Kendinizi hiçbir şeye yetişmeye mecbur hissetmiyorsunuz. Ama tabi ki listede ismini verdiğim her bir yer, görülmeye değer. Görmeden dönerseniz çok şey kaçıracağınız yer yok dediysem, o kadar da demedim 🙂
Bir diğer kolaylığı da ismi geçen her yerin Vecriga yani Old Town içerisinde olması. Her yer birbirine mükemmel derecede yakın. Dolayısıyla yürüyerek hem çok rahat gezebileceğiniz hem de yorulmayacağınız bir şehir.
Katedral, Baltık ülkelerindeki en büyük Ortaçağ katedrali olma özelliği taşıyor. 1211 yılında temeli atıldığı günden bugüne kadar pek çok tadilat geçirmiş ve orjinalinden uzaklaşmış olmasına rağmen hala feci derecede güzel ve görkemli bir yapı. İçerisinde aynı zamanda Riga Denizcilik Müzesini de barındırıyor.
Bu bina Art Nouveau esintileri taşıyan bir Ortaçağ mimari. Binanın sahibi, bina inşa edilirken çatıya sırtı kabarık ve kuyruğu yukarı kalkık kedi heykelleri konulmasını ve bu kedilerin kaba etlerinin, bugün Ulusal Opera Binası olarak kullanılan Büyük Lonca Binasına doğru bakacak şekilde konumlandırılmasını istemiş. Bunun sebebi ise bina sahibinin lonca üyelerine olan garezi. Sonrasında tabi ki kedilerin yüzleri Büyük Lonca Binasına doğru çevrilmiş. Ve tabi ki bu kediler, şehrin sembolü haline gelmişler.
En az Riga Katedrali kadar görkemli ama bence ondan az bir tık daha önde güzellik konusunda. Kırmızı kiremit kaplı cephesi ve birde fazla mimari stili aynı anda barındıran mimarisi ile çok fotojenik bir yapı. Aynı anda hem Gotik, hem Romanesk hem de Barok olamazsın be arkadaş. Ayrıca bahçesinde gördüğüm Bremen Mızıkacıları heykeli ile de beni kalbimden vurdu kendisi.
Her Avrupa şehrinde olduğu gibi tabi ki Riga’da da belediye binası şehrin en havalı yerindeki en havalı binalardan birine konuşlanmış. Ama onun karşısında kendisinden daha havalı bir bina var ki o da Karafakalılar Evi.
Karakafalılar kardeşliği, bir ticaret loncası. Bekar ve genç tüccarlardan oluşan bu topluluk için meydandaki bu bina, bir çeşit misafirhane gibiymiş o zamanlar. İçkinin su gibi aktığı ve eğlencenin gırla döndüğü bir noel akşamı, içerideki sarhoş tüccarların ellerine geçirdikleri her türlü objeyi camdan dışarı, meydandaki ağaca doğru fırlatarak, Noel ağacı süsleme geleneğini başlattıklarına dair bazı efsaneler mevcut.
İkinci Dünya Savaşı sırasında burası çok büyük tahrip olmuş. Fakat çok özenli bir restorasyon ile eskisi kadar iyi görünüyor.
Şuanda mimarlık müzesi olarak kullanılan üçlü Ortaçağ seti. Bu set, Ortaçağ döneminden kalma olan ve hala hayatta olan Riga’daki en eski binalar. Aralarındaki en yaşlı kardeş 15.yy, ortanca 17.yy en genci ise 18.yy’a dayanıyor.
Bu üçlü set, zamanında kuzey Almanya’da kurulan ve Avrupa’nın kalanını kapsayan Hansa Birliği denilen ticaret birliğine üye kasabaların kendine has mimari tarzını hala ayakta olan nadir örneklerinden. Bu yüzden de Avrıpa’daki kültürel miras sembollerinden biri bu evler.
Aslında kaleden geriye pek de bir şey kalmamış ve bana sorarsanız kale olduğuna inanmamız için yemin etmesi falan lazım. Çünkü kale olmak için fazla modern.
1922 yılından beri, cumhurbaşkanlığı köşkü ve aynı zamanda Letonya Ulusal Tarih Müzesi olarak hizmet veriyor.
Riga Kalesini geçip, Old Town sınırlarının dışına çıktığınızda sizi karşılayacak olan nehir. Kenarında uzun uzun yürüyüşler yapmaktan daha keyifli bir şey varsa o da üzerinde nehir turu yapmak ya da kenarında bira içmektir 🙂
Yerel ürünler almak ve yerel lezzetler denemek isteyenler için listede mutlaka olması gereken yer. Alışveriş için gelebileceğiniz en yerli ve milli mekan kesinlikle burası
Bu sitede yayınlanan hiç bir yazı izin alınmadan paylaşılamaz veya coğaltılamaz.
Copyright © 2024. All rights reserved